Türkiye’de Kadının Ekonomik Yaşamdaki Yeri

Türkiye’de Kadının Ekonomik Yaşamdaki Yeri

Türkiye’de Kadının Ekonomik Yaşamdaki Yeri

Şunu önemle ve hassasiyetle belirtmek isterim ki Türk kadınının bugün ücretsiz ev işçiliğinden çıkıp toplumsal ve ekonomik yaşamda aktif rol almaya başlaması, işveren konumuna gelmesi, erkeğin parasal ve sosyal hükmünden sıyrılıp kendi ayakları üzerinde durabilmesi için  önünün açılması kısacası yaşadığı toplumun aktif bir bireyi haline gelmesi ve bu konudaki özgürlüklerini elde etmesi  tartışmasız olarak Cumhuriyet ve onun kurucusu ulu önder Atatürk sayesindedir. Türk kadını tarihte gerek sosyal gerekse ekonomik yaşamda her zaman ön saflarda olamasa da, arka plandaki katkı ve etkileri ile varlığını yadsınamaz kılmıştır. Türk kadınının Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasındaki büyük katkısı hepimiz tarafından bilinmektedir. Bugün ise en büyük mücadelesi toplumsal yaşamın ana unsurları olan siyasi ve ekonomik yaşamda hak ettiği yeri alması yönündedir. Bu bağlamda bugün sunmak istediğim tebliğin konusu kadının ekonomik yaşamdaki yeri ile ilgilidir.

Toplumsal yapı kadın ve erkek denen iki bileşkenin faaliyetleri ile şekllenir. Her ne kadar bu yapı iki cinsin ortak faaliyetleri ile oluşmakta ise de kadın ve erkeğin bu yapının şekillenmesine olan katkıları farklı düzeylerdedir. Bu farklılıklar sadece cinsiyetlere özgü kabiliyet ve doğal yeteneklerden kaynaklandığı haliyle kalsa idi bugün kadın-erkek eşitliği oluşturulmaya çalışılmazdı. Zira bugün üzerinde önemle durulan ve biz kadınların hemen her platformda ve her fırsatta dile getirdiği en önemli husus toplumsal yaşamın her boyutunda erkekle eşit sosyal haklara sahip olmaktır. Her ne kadar Türk kadını başta seçme ve seçilme hakkı olmak üzere bir çok konuda hak ve özgürlüklerine çoğu gelişmiş ülke kadınlarından çok daha önce Atatürk sayesinde sahip olsa da bu haklarını bilme, anlama ve uygulamada kendisinden bekleneni tam anlamıyla gerçekleştirememiştir. Bunun etki ve sonuçları ekonomik yaşamda edindiği yer ve faaliyetlerine de yansımaktadır.

Ekonomik faaliyetler medeniyetlerin oluşmaya başladığı ilk günden itibaren kaçınılmaz ve eş zamanlı olarak toplum yapısının şekillenmesinde ve belirlenmesinde önemli bir yapı taşı olmuştur. Ekonomik faaliyetlerin başında ise üretim faaliyetleri gelmektedir. Özellikle sanayi devriminden sonra toplumdaki mülkiyet biçimlerinin yeniden şekillenmeye başladığı düşünülecek olursa bundan etkilenen ilk ve en önemli unsur üretim faaliyetleridir. Zira mülkiyet biçimleri toplumun hiyerarşik yapısını oluşturur. Özel sermayenin ekonomik faaliyetleri ve üretim ilişkilerini şekillendirmede oynadığı öncül rol yadsınamaz. Bundan dolayı sermaye sahibi bir kısım işveren konumunda olurken toplumun diğer kısmı işçi konumundadır. Buradan yola çıkarak Türk kadınının üretim faaliyetlerine olan katkısının incelenip yorumlanması aslında onun toplumsal yapıdaki yeri ve öneminin anlaşılmasını kolaylaştıracaktır.

Konuşmamın bu kısmında Türk kadınının ekonomiye katkısından bahsedecek ve bunu bir takım rakamsal verilerle destekleyeceğim. Günümüzün ekonomik verilerinin sağlıklı bir şekilde yorumlanabilmesi için bu verilerin tarihsel süreçte ele alınmaları ve günümüze kadar gösterdikleri değişim ve gelişimlerinin incelenmesi  gerekmektedir. Türkiye’de her türlü sosyo-ekonomik veriler ve bunların istatistikleri Türkiye İstatistik Kurumunun (TUİK) aylık, üç aylık ve yıllık bazlarda yayınladığı istatistik bültenlerden elde edilebilmektedir. Bu amaçla, Türk kadınının ekonomiye olan katkı ve faaliyetlerinin rakamsal boyutları Türkiye İstatistik Kurumunun (TUİK) yayınladığı verilerdenderlenmiş ve aslında Türk ekonomisinin önemli bir dönüm noktası olan 1980 yılından günümüze incelenmiştir.

Öncelikle belirtilmesi gereken husus şudur ki; her türlü beşeri ilişkinin temelini ortak bir dilde konuşup yazmak oluşturur. Önce, kadının eğitim ve okur-yazarlık durumunu gösteren verilerden bahsetmekte fayda var. Son yapılan nüfus sayımı sonuçlarına göre Türkiye’de 70,586,256 kişi yaşamaktadır.  Nüfusun 35,376,533’ünü erkek, 35,209,723’ünü ise kadınlar oluşturmaktadır. 25 ve daha yukarı yaştaki kadın nüfusun okur-yazarlık oranı 1980 yılında yüzde 38,6 iken bu oran kademeli olarak artarak 2000 yılında yüzde 78.3’e, 2006 yılında ise yüzde 80.4’e ulaşmıştır. Şu halde kadının eğitim seviyesinin de buna paralel olarak artış göstermesi beklenir. Beklendiği gibi, ilkokul, ortaokul ve lise eğitiminde yıl bazlı kademeli artışlar gözlenmektedir. Burada önemle arz etmek istediğim husus yüksekokul ve fakülte eğitim seviyesidir; 1980 yılında yüzde 1,6 olan yüksek öğrenim, 2000 yılında yüzde 10,5’e, 2002 yılında ise yüzde 11 seviyesine ulaşmıştır. Gelişmiş ülkelerdeki oranlarla kıyaslandığında bu oranların çok da küçük olmadığı söylenebilir.

türkiye okuryazarlık oranı

Öte yandan kadının okur-yazrlık ve eğitim seviyesinde gözlenen artış maalesef çalışma hayatına katılım oranlarında gözlenememektedir. Türkiye’de 1980’den bu yana gerek erkek gerekse kadın işgücünün toplam işgücüne katılım oranlarında azalma görülmektedir.  Örneğin 1988 yılında kadının işgücüne katılım oranı yüzde 34,3 civarında iken bu oran 1994’te yüzde 31,3’e, 2000 yılında yüzde 26,6’ya, ve nihayet 2004 yılında yüzde 25,4’e düşmüştür. Buna bağlı olarak işsizlik oranlarında bir artış, istihdam oranlarında ise azalış görülmektedir. Şöyle ki, 1988 yılında kadın işgücünün istihdam oranı yüzde 2,2 seviyelerinde iken bu oran 1994, 2000 ve 2006 yıllarında sırasıyla 4,2; 2,8 ve 1,8 seviyelerinde gerçekleşmiştir.

işgücüne katılım oranı

Görüldüğü gibi ülke nüfusunun yarısını oluşturan kadınların çalışma hayatına katılma paylarında bir düşüş görülmektedir. İşgücüne katılım oranlarının yıllar bazında azalış göstermesinin sebeplerinden biri nüfus artışına paralel olarak artan işgücü kapasitesini istihdam edecek iş imkanlarının aynı oranda artmamasıdır. Türkiye’nin 1980’den günümüze değin atlatmış olduğu büyük mali krizlerin bir etkisi de istihdamda ve üretim kapasitesinde azalmadır. Bilindiği gibi özellikle 1994, 2000 ve 2001 yıllarında yaşadığımız mali krizlerin ilk etkileri bir çok fabrikanın kapanması olarak görülmüştür. Bu mevcut üretim kapasitesinin daralması ve buna paralel olarak da işsizliğin artması sonuçlarını doğurmuştur. Oysa ki işsizlikle savaşta atılacak en önemli adımlardan biri hızla artan nüfusu istihdam etmek üzere yeni yatırımların yapılması ve yeni iş imkanlarının sağlanması olmalıdır.

See also  The financial collapse that became evident with the withdrawal of Russia from world markets

işgücüne katılım oranı

Kadının eğitim durumuna göre işsizlik seviyelerine bakacak olursak göreceğimiz tablo çok da iç açıcı değil. Eğitim seviyesine göre kategorilendirilmiş işsizlik rakamları gösteriyor ki: okur-yazar olmayan kadının işsizlik rakamları 1988’de 61,000 iken, 2004’te 13,000’e inmiş; okur-yazar olup okul bitirmeyen kadınlarda işsizlik 1988’de 29,000 iken, 2004’te 7,000’e inmiş. İlkokul mezunu kadınlarımızın işsizlik rakamları da şöyle: 1988’de 244,000, 2004’te 145,000. Ortaokul ve dengi meslek okullarından mezun kadınlarımızın  1988’de 70,000’i işsiz iken bu rakam 2004’te 53,000’e inmiş. Buraya kadar işsizlikde azalma var. Asıl sorun lise ve üstü eğitim seviyelerinde başlıyor. Şöyle ki: lise mezunu kadın işsizler 1988’de 138,000 seviyelerinde, 2004’te 142,000’e çıkmış; lise dengi diğer okullardan mezun kadınlarımızda da durum farklı değil, 1988’de 33,000 olan işsizlik, 2004’te 104,000’e fırlamış. Benzer şekilde yüksek okul ve fakülte eğitimi almış kadın işsizler 1988 yılında 46,000 seviyelerinde iken bu rakam 2004’te 144,000’e çıkmış. Eğitim seviyesi yükseldikçe istihdam durumunun da artması beklenir. Bu durum maalesef Türkiye’de tam tersi bir şekilde teşekkül ediyor.

kadının eğitim durumuna göre işsizlik

Buradan da görülüyor ki Türkiye’de kadın işsizliğinde eğitim seviyesi ile paralel bir artış var. Türk sanayisinin üretim yapısının çoğunlukla işgücü yoğun olması ve bu işgücünün büyük kısmını vasıfsız işçilerin oluşturması durumu açıklayan unsurlardan biridir.

nedenine göre işgücüne dahil olmayanlar

Diğer yandan küreselleşen pazar ortamında gittikçe zorlaşan rekabet koşulları ile mücadelede uygulanan yöntemlerden biri de maalesef kayıtdışı üretimdir. Son yıllarda bu konuda da bir artış gözlemlemekteyiz. Buna bağlı olarak kayıt dışı sektörlerde istihdam edilen kadın sayısında da artış vardır. Şöyle ki kayıt dışı sektörde çalışanların yüzde 56’sını kadınlar, yüzde 29’unu erkekler oluşturmaktadır.  Kayıt dışı sektörlerin başlıca özelliklerinin iş güvencesinin olmaması, sosyal hakların sunulmaması ya da minimum düzeyde olması ve daha düşük ücretler ödenmesi düşünüldüğünde çalışan kadının büyük kısmının içinde bulunduğu çalışma şartları daha iyi anlaşılabilir. Ayrıca TUİK’in 2002 yılında yayınlanan verilerine göre 18,5 milyon civarında olan çalışan nüfusun yarısının ya sigortası yok ya da aktif durumda değil. Çalışan nüfusun yarısını kadınların oluşturduğu düşünülürse kadın çalışanların da en az yarısının sigortasız ve sosyal güvencelerden yoksun olduğu söylenebilir.

meslek gruplarına göre istihdam

Buraya kadar rakamlar pek de iç açıcı bir tablo sergilemiyor. Fakat veriler tek tek bağımsız olarak incelendiğinde sevindirici bazı gelişmelere de rastlanmaktadır. Daha önce de bahsettiğim gibi Türkiye’de kadın artık ücretsiz işçi konumundan sıyrılmakta ve iş yaşamında aktif roller almaktadır. Şöyle ki TUİK verilerine göre 1988 yılında kadın müteşebbisler ve üst düzey yönetici konumunda olan kadın sayısı 17 bin civarında iken bu sayı 2004 yılında 56 bin seviyelerine ulaşmıştır. Öte yandan aynı yıllardaki tarımda çalışan kadın rakamlarına bakılacak olursa 1988’de 4 milyon civarında olan kadın tarım işçisi 2004’te 3,5 milyonun altına inmiştir. Sevindirici bir şekilde ilim ve teknik alanda çalışan kadın sayısında da bir artış gözlemlenmektedir. Şöyle ki bu alanda 1988’de 301 bin olan sayı 2004’te 624 bine çıkmıştır. Bu da eğitim durumu iyileşen ve artan kadının ilmi alanlarda da gerek ekonomik gerekse sosyal açıdan aktifleşmeye başladığını gösterir.

işteki duruma göre istihdam edilenler

Kadının Türkiye’de çalışma hayatına katkısının boyutları ile ilgili fikir veren bir diğer konu da kadının işteki durumuna göre istihdam rakamlarıdır. Kadının istihdam durumu ücretli ve maaşlı; yevmiyeli (mevsimlik, vs.); işveren; kendi hesabına çalışan ve ücretsiz aile işçisi statülerine göre incelendiğinde karşılaşılan rakamlar da şöyledir: sadece ücretsiz aile işçisi rakamlarında azalma var o da 1988’de 3,5 milyonun üzerinde iken 2004’te 3 milyonun altına düşmüş. Bu da sevindirici bir gelişme. Diğer statülerin hepsinde yine sevindirici şekilde artış gözlenmektedir.

meslek gruplarına göre işsizlik

Meslek guruplarına göre çalışma verilerinin bir de öteki yüzüne yani işsizlik boyutuna bakacak olursak ilk etapta şunlar göze çarpıyor. Her ne kadar ilim ve teknik alanda çalışan kadın sayısında artış görülse de bu alanda işsiz kadın sayısında da artış görülmektedir. Mesela 1988 yılında 47 bin civarında olan rakam 2004’te 101 bine çıkmıştır. Sevindirici olan rakamlar idari personel kadrosunda görülmektedir. Bu kadroda 1988 yılında 217 bin olan işsizlik  2004’te 184 bine düşümüştür. Öte yandan kadın işsizlik rakamlarında artış tarım sektöründe de görülmektedir. 1988’de 11 bin, 2004’te 93 bin.

Rakamsal verilerden de anlaşılacağı üzere genel olarak Türkiye’de kadınların aktif çalışma hayatına katılım oranlarında 90’lı yılların başından itibaren düşüş görülmektedir. Öte yandan ekonomisi geçmişte büyük oranda tarıma dayalı olan Türkiye’de ekonomik faaliyetlerle şekillenen ve kadının geri planda bırakıldığı ataerkil hiyeraraşik yapı yerini günümüz sanayileşmiş modern toplum yapısına bırakmaktadır. Kadınların çalışma hayatındaki durumunu rakamsal verilerle ele aldığım bu tebliğde şunu da belirtmek isterim ki, kadının çalışması ile ilgili olarak pratikte alınması gereken tedbirlerin başında zaman alacağı ve güç olacağı açıkça belli olan toplumsal yapıdaki değişme gelmektedir. Yani sadece iş yasasında yapılan düzenlemeler ile teorik alanda ilerleme sağlansa da, pratikte işlerliği olmadığı sürece ya da işlerliğinin önünü açıcı tedbirler hayata geçirilmediği sürece bir faydasının olmayacağı kanısındayım.

Peki gelecekte durumun düzeltilebilmesi için yapılabilecekler neler olabilir. Bunlardan bir tanesi, kadınların erkeklerle eşit şartlarda çalışmasını sağlayıcı yasal düzenlemelerin yapılması gerekliliğidir. 2003 yılında kabul edilen 4857 sayılı iş kanununda kadınların, özellikle gebelik ve doğum gibi konularda, yararına pozitif ayrımcılık olduğu söylenebilir. Kanunlarda korumacılıktan çok eşitliğe yönelik maddeler olmalıdır. Kadını çalışma hayatından en çok mahrum eden çocuk, hasta ve yaşlı bakımı konusunda tedbirler alınabilirse kadının çalışma hayatına aktif katılımında artış sağlanabilir. Özellikle düşük maliyetli çocuk, hasta ve yaşlı bakım hizmetleri yaygınlaştırılabilir. Madem ki toplumsal yapı ve kadının bu yapıdaki daha çok eve bağlı rolü hızlı bir ivme ile değişemiyor, bu durumda kadınların çalışma hayatından uzak kaldıkları süre içinde kaybettikleri bilgi ve becerilerini geri kazanmasına yardımcı eğitim programları düzenlenebilir. Ayrıca doğum izinleri uzatılabilir, gece çalıştırma yasağı ortadan kaldırılabilir.

See also  Decentralized Finance DEFi

Öte yandan her ile kadın girişim merkezleri (KGM kurulabilir ve il ya da bölgelerindeki ulusal ve uluslararası kuruluşlarla bağlantıları sağlanabilir. Kadınların gelir getirici işlerde çalışmaları teşvik edilmelidir. Bu amaçla her sektörde “kadın çalıştırma kotası” oluşturulmalıdır. Vergi sisteminde de düzenlemelere gidilmelidir. Mesela kadın çalıştırma kotası dahilinde kadın işçi sayısını arttıran işverenin kurumlar vergisi gibi mali yükümlülükleri düşürülebilir. Veya bu konuda kolaylaştırıcı tedbirler alınabilir. Televizyonlarda özellikle TRT’de “Kadın Girişimciliği” konusuna yer verilmesi ve bu konuda kadınlarımızın aydınlatılması gerekmektedir. Son zamanlarda dünyada çok önemli bir sorun haline gelen yoksulluk ve onunla mücadele kapsamında geliştirilen Mikro Kredi Projesi de yine kadın girişimcilerimizin önünü açmada uygulanabilecek yöntemlerden biri olabilir. Dünyada temelleri 1970’lerin başında atılmaya başlanan bu proje Türkiye’de ilk kez 2003 yılında gündeme getirilmiştir. Bu proje kapsamında iş yapmak isteyen girişimci kadınlara sadece güvene dayanan, teminatsız, çok düşük faizli ve kefilsiz küçük sermaye şeklindeki mikro kredi verilebilir. Böylece kadınlarımız iş hayatına kendi ayakları üzerinde durabilen girişimciler olarak atılabilir. Bütçe harcamalarının bir kısmı kadınlara yönelik programlara yönlendirilebilir. Bunun da ancak kadınlarımızın ülke yönetiminde aktif rol alması ile sağlanabileceği kanısındayım. Bu durumda kadınlarımızın tercih ettikleri siyasi görüşe uygun partilere kaydolarak siyasi mücadeleye katkı koymaları kaçınılmazdır. Belki de en önemli husus kırsal alandaki kadının yaşam kalitesinin arttırıcı tedbirlerin alınması olacaktır. Bu amaçla köylerde kadın atölyeleri arttırılmalı, meslek edindirme programları ve örgün eğitim yaygınlaştırılmalıdır. Bir zamanlar özellikle kırsal kesimde halkımızın eğitilmesi amacıyla kurulmuş  olan ve bu konuda çok faydası görülen Köy Enstitülerinin tekrar hayata geçirilmesi düşünülmelidir.

Konuşmamın sonuna gelmekte olduğum şu aşamada önemle arz etmek isterim ki nüfusun yarısını oluşturan kadın ruhen ve fiziken sağlıklı olabilirse gerek ev hayatında gerekse çalışma hayatında daha verimli olur. Bu önemli üretim faktörünün ekonomiye kazandırılmasında başarılı ve etkin tedbirler alınabilirse bundan sadece kadın değil dolaylı olarak tüm toplum fayda sağlayacak ve ülke aydınlık geleceğe güvenli adımlar atacaktır. Sözlerimi ulu önder Atatürk’ün değerli bir sözü ile noktalamak istiyorum: “İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan oluşur. Kabil midir bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki bir cismin yarısı toprağa bağlı kaldıkça, öteki yarısı göklere yükselebilsin? “

 

Kaynaklar:

  • Türkiye İstatistik Kurumu, “Statitical Indicators, Turkey: 1923-2004”
  • Türkiye İstatistik Kurumu
  • Türkiye 1. Kadın Kurultayı Ön Sonuç Raporu, Mart 2007.
Share on:

Leave a Comment